“Genç Hizmetçiler” Filmi Üzerinden Bir Hegel Okuması

Aşağıdaki yazı, “Genç Hizmetçiler (The Servant)” filmi üzerine bir inceleme olup filmin konusu ve filmdeki bazı sahneler ile ilgili detaylı bilgi ve yorum içermektedir. Eğer filmi izlemediyseniz, bu yazının seyir zevkinizi olumsuz anlamda etkileyebileceğini göz önünde bulundurunuz.

Bu yazıda, “Genç Hizmetçiler” filmi üzerinden Hegel’de “öz bilinç” kavramını ve “efendi” konumunun kırılganlığını inceleyeceğiz. 1963 yapımı, yönetmenliğini Joseph Losey’in yaptığı, başrollerinde Dirk Bogarde (Barrett-Hugo), Sarah Miles (Vera), Wendy Craig (Susan) ve Jamex Fox’un (Tony) oynadığı, Türkçeye “Genç Hizmetçiler” adıyla çevrilen “The Servant” adlı film Londra’da geçiyor. Genelde caz melodileriyle işlenen filmin başında Barrett, Tony’nin yeni evinde yatılı hizmetkâr olarak çalışmaya başlar. Evin tadilat sürecini de yöneten Barrett’ın, sorumlu olduğu işleri, kendisinden beklendiği gibi titizlikle yaptığı; yemek pişirme, dekorasyon gibi konularda bilgi sahibi olduğu görülmektedir.

Filmin ilk bölümünde, üst gelir sınıfına mensup olan Tony’nin gündelik yaşamından, sosyal çevresinden, vakit geçirdiği mekânlardan, özellikle kız arkadaşı Susan ile olan ilişkileri çerçevesinde çeşitli sahneler yer almaktadır. Bu sahnelerde, o dönemdeki İngiliz kültürüne has efendi-hizmetkâr ilişkisine dair genel bir izlenim edinilmektedir. Bu, hizmetkârın kendisini bütünüyle efendisinin hizmetine adadığı bir ilişki türüdür ve efendinin tanınma arzusunun devamlı tatmin edildiği, bunun karşılığında hizmetkârın bazı maddi çıkarlar elde ettiği bir yapıda karşımıza çıkmaktadır. Hegel, “öz bilinç” kavramı çerçevesinde, efendi-hizmetkâr ilişkisinin, birbirini tanıma yolunda ilkel bir evre olduğunu; bu sürecin doğal olarak tarafların birbirlerini özgürce tanıyacakları bir noktaya evrileceğini belirtmektedir. Hakikat alanına girilmiş olsa da öz bilincin daha yol alması gerekmektedir. Ayrıca, filmdeki efendi-hizmetkâr ilişkilerinin yerleşik bir yapı sergilediği; tarafların bir ölüm kalım mücadelesine girişmeden mevcut rolleri benimsedikleri görülmektedir.

Filmin tamamında gözlemlenen ve Hegel’in “öz bilinç” kavramına bağlanabilen diğer bir konu, “efendi” konumundaki kişilerin sürekli bir tüketim ve keyif sürme hâlinde olmalarıdır. Hatta, filmin ilk bölümündeki bir sahnede, Tony ve Susan bir restorandayken oraya gelen iki rahibin büyük bir iştahla yemek yerken yaptıkları dedikodu ilgi çekicidir. Kıdemce aşağıda olan rahip ötekine, başka bir rahibin katılacağı ve masrafları kilise tarafından karşılanan bir toplantıdan bahsedip o rahibin ne kadar şanslı olduğundan dem vurur.

Filmin ilerleyen bölümlerinde, ara ara Tony’yi yeni evinde ziyaret eden Susan’ın, nedense Barrett ile ilgili olumsuz düşüncelere sahip olduğu fark edilir. Zamanla bu durum, Susan ve Barrett arasında gözle görülür bir sürtüşmeye kadar varır. Susan, evin genel düzeninin sağlanmasında Barrett’ın fazlaca inisiyatif aldığını düşünmektedir. Hatta bir keresinde, Barrett’ı aşağılayan bazı tavırlardan sonra ona, “Bu evden ne istiyorsun?” şeklinde bir soru yöneltmiştir. Bu soru, ikili arasındaki gerilimin ayyuka çıktığının net bir göstergesidir.

Barrett’ın, kız kardeşi olarak tanıttığı Vera’nın hizmetçi olarak eve gelmesiyle senaryo yepyeni bir boyut kazanır. Tony, Vera’ya ilgi duyar. Vera’nın da karşılık vermesiyle yakınlaşıp gizlice beraber olmaya başlarlar. Bu noktada, aslında Barrett ve Vera’nın Tony’ye karşı bir komplo hazırlığı içinde oldukları da belirginlik kazanır. Zira, Vera aslında Barrett’ın kız kardeşi değildir ve Tony’ye fark ettirmeden Barrett’la da beraber olmaktadır. Bu süreçte, duygusal anlamda kırılgan ve ikilemli bir görüntü sergileyen Tony, Susan ile olan irtibatını sürdürürken bir yandan Vera ile kaçamak yapmaya devam etmektedir.

Tony’nin Susan ile beraber gittikleri bir tatilden planlanandan erken dönüp Barrett’ı kendi yatak odasında Vera ile yakalaması, filmin kırılma noktasıdır. İkisinin de işine son veren Tony, onları evden kovar. Barrett ve Vera’nın sarmaş dolaş ve laubali bir şekilde evden ayrıldıkları bu sahnede, Vera’nın aslında Barrett’ın nişanlısı olduğu, Vera ve Tony’nin gizlice beraber oldukları ortaya çıkar. Durumu öğrenen Susan da Tony’yi terk edince Tony yapayalnız kalır. Evin düzeni bozulur. Efendi, hizmetkârından ayrı düşünce kendi temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak hâle gelmiştir. Derbeder bir hâlde yaşamına devam eden Tony, ciddi bir bunalıma sürüklenir.

Filmdeki ilginç anlardan biri, Barrett’ın Tony’den af dilediği bar sahnesidir. Barrett, Vera’nın ikisini de aldattığını ileri sürüp hizmetkâr olarak eve geri dönmek istediğini bildirir. Tony, Barrett’ı affeder. Bundan sonra kadraja, evde ikisinin beraber içki içip oyunlar oynadıkları, şakalaştıkları, evin yönetimiyle ilgili konuları tartıştıkları sahneler yansır. İdeal efendi-hizmetkâr ilişkisinden çok uzakta olan bu görüntülerden, ikisi arasındaki resmiyetin tamamen ortadan kalktığı anlaşılmaktadır. Hatta, Tony’nin zaaflarının ve travmalarının farkına varan Barrett’ın, evin yeni efendisi olduğu bile söylenebilir. Bu noktada, Hegel’in sözünü ettiği, tarafların birbirlerini özgür ve bağımsız bir şekilde tanıdığı bir durumun oluştuğu görülmektedir. Efendi ve hizmetkâr arasındaki kalın duvar tamamen yıkılmıştır.

Filmin final sahnesinde, kendi evinde, Barrett’ın hazırladığı özel bir içkiyle uyuşmuş hâldeki Tony, Vera’nın da aralarında bulunduğu, tanımadığı bazı kadınların katıldığı bohem bir partide bulur kendini. Şans eseri o akşam oraya uğrayan Susan, karşılaştığı manzara karşısında şoke olur. Olup biteni anlamaya çalışırken Barrett’a sarılıp onunla öpüştüğü sahne, Susan’ın kişiliğindeki anlık kırılmanın boyutlarını açıkça göstermektedir. Hegel’in nezdinde bu tavrın, kendini hiçe indirgeme olduğu savunulabilir. Susan’ın “efendi” kimliğini oluşturan bütün katmanlar o anda yok olup gitmiş, yıllarca başkalarına hükmederek kendini besleyen öz bilinci, Barrett’ın pervasız ve gizemli şefkatiyle yerle bir olmuştur. Tony’nin anlık feveranıyla kendine gelen Susan, evden ayrılırken kapıda onu uğurlayan Barrett’a elinin tersiyle şertçe vurur. Susan’ın, Barrett’a hizmetkâr konumunda olduğunu hatırlatıp az önce yaşadığı gelgitten duyduğu pişmanlığı belirtmek için böyle bir tepki verdiğini söyleyebiliriz.

Sonuç olarak, Hegel’in “öz bilinç” kavramı çerçevesinde, 1960’ların İngiliz bireysel ve sosyal yaşamından kesitler sunan Genç Hizmetçiler filminin, “efendi” konumundaki kişilerin tüketimine vurgu yaptığı ve genel olarak efendi-hizmetkâr ilişkisine farklı bir açıdan baktığı söylenebilir. Tony ve Barrett özelinde, sözü edilen ilişkinin ne denli radikal bir dönüşüme uğrayabileceği gösterilmiştir. Bu süreçte Susan, filmin genelinde “efendi” rolünün nasıl olması gerektiği konusunda hatırlatıcı bir unsur konumundadır. Barrett’ın, yaptığı hizmetle beraber kurnazlığını kullanıp özgürleşmesi, “hizmetkâr” konumunun sahip olduğu potansiyeli ve “efendi” konumunun ne denli kırılgan olabileceğini ortaya koymaktadır.

Not: Bu yazıda, Hegel’in felsefesinde önemli bir yer tutan ve yaygın olarak efendi-köle diyalektiği olarak bilinen ilişkisel öge, efendi-hizmetkâr şeklinde yeniden adlandırılmıştır. Her ne kadar hizmetkâr sözcüğü ücretle iş gören kişi anlamına gelse de ve bu yazıda incelenen film bağlamında karşılık bulsa da Hegel’e göre sözü edilen ilişkide verilen hizmet ücrete tabi değildir. Efendinin istekleri, maddi karşılık alınmaksızın yerine getirilir.

* Bu blog yazısında kullanılan görsel film-grab.com internet sitesinden alınmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir