Bu yazımızda, ölüm korkusunun kökenine inip ölüm korkusuyla başa çıkmaya yönelik bazı önerilerde bulunacağız. Kuşkusuz ki ölüm, doğumla beraber yaşamın en temel dinamiklerinden birisi. Hatta ölümün, birçok canlı açısından yaşamın devamlılığını sağlayan bir olgu olduğunu söyleyebiliriz. Milyonlarca yıldır kesintisiz bir şekilde devam eden doğum, yaşam ve ölüm döngüsü, yeni türlerin evrimleşmesini mümkün kılarak gezegenimizin eşsiz biyolojik çeşitliliğinin oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Hâl böyleyken insanlar ölümden neden korkar? Aklımıza gelen ilk cevap, ölümün yok olma ile eş değer tutulmasıdır. Yaşamın içinde belirli bir şekilde var olan birisi için ölüm, bu mevcudiyetin sona ermesi anlamına gelmektedir. Varlıktan yokluğa geçiş düşüncesi doğal olarak bir endişeye, korkuya sebebiyet verebilir. Yaşamın, içindeki tüm maddi ve manevi bileşenlerle beraber sona ermesi ve bunlardan mahrum kalacak olmak, birçoğumuzu dehşete düşürebilir. Bununla beraber ölüm deneyimi, ciddi bir bilinmezlik içerir çünkü kimse öldükten sonra ne olduğu ile ilgili net bir fikre sahip değildir. Bazı dinî ve felsefi doktrinler bu muammaya çeşitli açıklamalar getirmeye çalışsa da henüz bilimsel açıdan tatmin edici cevaplara ulaşılamamıştır.
Gündelik hayatta zaman zaman ölüm korkusunu hissettiğimiz olur. Kaza geçirip ölümle burun buruna gelebiliriz ya da bir olay, durum bize ölümün varlığını hatırlatır. Örneğin, sevdiğimiz birisini apansız kaybettiğimizde ölüm korkusu yüzeye çıkıp benliğimize sinerek bizi karamsarlığa sürükleyebilir. Bunun geçici bir süreç olduğunun farkında olmak ve zamanın iyileştiriciliğine güvenmek, ölüm korkusunun yaşantımızı olumsuz yönde etkilemesinin önüne geçer. Eğer çok ağır bir travma geçirmediysek -gerektiğinde profesyonel yardım alınmalıdır- hissettiğimiz ölüm korkusunun geçici olduğunu ve günlük hayatın koşuşturmacası içinde geriye çekileceğini varsayabiliriz. İnsan türü olarak binlerce yıldır varoluşumuzu devam ettirecek şekilde evrilmiş zihinsel yetilerimiz, ölüm korkusunu bertaraf edebilecek kapasitededir. Bundan hareketle, ölüm korkusunun doğal olduğunu ve bu korkuyla başa çıkabilecek donanıma sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Unutulmamalıdır ki endişeden, stresten uzak dingin bir zihin ve zinde bir beden, bu ve benzeri korkularla mücadelede en önemli kozlardır. Stresle Başa Çıkma adlı yazıda bahsedilen yöntemleri uygulayarak ölüm korkusu kaynaklı stresi yenmeye yönelik bazı stratejiler geliştirebilirsiniz.
Ölüm mevhumu, dinsel ve kültürel anlayışlara göre değişiklik göstermektedir. Tanrı inancına sahip birisi için ölüm, ebedi hayatın başlangıcıdır. Bir Budist için ise eğer aydınlanmaya ulaşılmamışsa başka bir yaşamın başlamasıdır. Bu bakımdan, sahip olduğumuz inanç ve değer sistemi, ölümü nasıl kavramsallaştırdığımızı belirler. Bu kurgu dâhilinde, yok olma ve belirsizlikle özdeş olan ölümü daha belirli bir çerçeveye oturtup farkındalığımızı artırırsak ölüm korkusuyla yüzleşmiş oluruz. Kendi varoluşumuzu irdelemememizi sağlayan bu yüzleşme, ölüm korkusunun kökeninin ve etkilerinin daha net anlaşılmasını olanaklı kılar. Kim bilir, belki de ölümün yaşamla nasıl iç içe olduğunu ve hiç de zihinde tasarlandığı gibi korkutucu bir deneyim olmadığını idrak ederiz.
* Bu blog yazısında kullanılan görsel Eyasu Etsub’a aittir.