Bu yazımızda, bilgi felsefesinin (epistemoloji) temel söylemlerinden birisi olan tabula rasa kavramını irdeleyip “Tabula rasa nedir?” sorusuna cevap vermeye çalışacağız. Bu çerçevede, apriori ve aposteriori terimlerine de kısaca değineceğiz. Bu konuyla bağlantılı olarak felsefeye ve felsefenin alt dallarına ilişkin genel bir bilgi edinmek için Felsefe Nedir? adlı yazıyı okuyabilirsiniz.
Latince “boş levha” anlamına gelen tabula rasa kavramı, düşünce tarihi boyunca İslam ve Batı felsefesi geleneğine mensup bazı filozoflar tarafından ele alınıp çeşitli bağlamlarda dile getirilmiş olmasına rağmen ekseriyetle, deneyciliğin (ampirizm veya empirizm) öncülerinden İngiliz filozof John Locke’a (1632-1704) atfedilmektedir. Eserlerinde, gelenek ve otoriteyi eleştiren, düşünce özgürlüğüne ve insan eylemlerinde aklın önemine vurgu yapan Locke; İngiliz, Fransız ve Amerikan devrimlerinin fikir babası ve aynı zamanda Avrupa’daki Aydınlanma Çağı’nın kurucularından birisi olarak kabul edilir.
Locke, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme adlı çalışmasında, “beyaz sayfa” ifadesini kullanarak tabula rasa fikrini modern felsefe literatürüne kendi yorumuyla aktarmıştır. Buna göre, insan zihni doğuştan tabula rasa, yani herhangi bir bilginin ve bu bilgileri işlemeye yarayan gömülü kuralların olmadığı boş bir levhadır. Zamanla zihin, deneyime bağlı olarak duyu organları aracılığıyla elde edilen bilgileri toplayıp işleyerek şekillenir. Bu paralelde Locke’un, tabula rasa söylemini kullanarak akılcılığın en önemli temsilcilerinden birisi olan Fransız filozof René Descartes’ın (1596-1650), tüm insanların bilgiyle doğduğunu savunan düşüncesine karşı çıktığı söylenebilir.
Bu noktada, Alman filozof Immanuel Kant’ın (1724-1804) fikriyatında önem kazanan, “deneyime dayanmayan ve akıl yordamıyla bulunup ortaya konan, önsel” anlamlarındaki apriori ve “deneyimden çıkan ve deneyime bağlı olan, sonsal” anlamlarındaki aposteriori kavramlarını da hatırlatmakta fayda var. Kant, deneyimlerimizin apriori koşulu olan mutlak zihinsel yapıları adlandırıp sınıflandırmak üzere kategori kavramını kullanır. Bu yönüyle Locke’un tabula rasa fikri, Kant’ın ileri sürdüğü, bilginin kategorik anlamda doğuştan geldiği varsayımına karşı, bilginin deneyimle kazanıldığı, yani aposteriori özellik gösterdiği tezini ön plana çıkarır. Batı felsefesinde, akılcılık ve deneycilik arasındaki ayrımın kilit noktalarından birisi olan tabula rasa nosyonu, günümüzde özellikle zihin felsefesi ve psikoloji gibi alanlarda yapılan çalışmalarda dahi önemli bir referans olarak kabul edilmektedir.
* Bu blog yazısında kullanılan görsel Kelly Sikkema’ya aittir.