Bu yazımızda, Batı felsefesinin kurucularından birisi olarak kabul edilen, Antik Yunan filozofu Platon’un, MÖ 369 dolaylarında diyalog şeklinde kaleme aldığı Theaetetus adlı metnine ve bu metindeki Protagorasçı ve Heraklitosçu ögelere değineceğiz. Sokrates ve genç Theaetetus’un ana karakterler olarak yer aldığı metnin odak noktasını, bilginin gerçek doğasının ne olduğuna dair teferruatlı bir sorgulama oluşturmaktadır.
Theaetetus, bu soruyu yanıtlamak için üç temel girişimde bulunur. Bunlardan ilki, bilginin algı olabileceği varsayımıdır. Bu yazıda yer vermeyeceğimiz diğer iki girişim, sırasıyla gerçek yargı ve gerekçelendirilmiş gerçek yargı yoluyla ulaşılan bilgidir. Sokrates, bilginin algıyla özdeşleştirildiği varsayımın iyi bir başlangıç olduğunu beyan eder ve Theaetetus’un iddiasını tartışırken Protagoras ve Heraklitos’un doktrinlerini tanıtır.
Protagoras, o dönemin tanınmış sofistlerindendir ve homo-mensura olarak da bilinen, her şeyin ölçüsünün insan olduğunu iddia eden doktrinin fikir babasıdır. Bu doktrin, tüm duyumların insandan insana değiştiğini, yani göreceli olduğunu varsaymaktadır. Örneğin, aynı rüzgâr farklı kişiler tarafından farklı şekillerde; sıcak ya da soğuk olarak hissedilebilir. Böyle bir durumda, rüzgârın nasıl hissedildiği, ilgili kişi nezdinde doğru olacaktır. Bu demektir ki algı, kişiden kişiye farklılık göstermekte ve her zaman belirli bir doğruluk değeri taşımaktadır. Bu noktada, “aynı nehre iki defa girilemeyeceğini” söyleyen Heraklitos’un öğretisinin, her şeyin akış hâlinde olduğu, yani sürekli değiştiği fikrine dayandığını belirtelim.
Sokrates, Protagoras’ın görecelik doktrininin Heraklitos’un akış doktrinine bir gönderme içerebileceğini belirterek devam eder ve değişime dair iki farklı felsefi duruşu ele alır. Sokrates, değişimi reddeden Parmenides dışında, geçmişin tüm bilge düşünürlerinin, yani Protagoras, Heraklitos, Empedokles, Epicharmus ve Homeros’un değişimi temel alan görüşü benimsediğini ifade eder. Ayrıca, yaşamın kaynağı olan devinimin, hem beden hem de ruh için faydalı olduğunu, durma hâlinin ise tam tersi bir etkiye sahip olduğunu vurgular.
Bu minvalde Sokrates, devinimi aktif ve pasif olarak ikiye ayırır. Ona göre devinim, doğası gereği sonsuz sayıda ikiz doğumlara yol açan ilişkilerden ve karşılıklı sürtüşmelerden müteşekkildir. Pek tabii ki algılama sürecinin dinamik doğası, Heraklitos’un öğretisine dâhil edilebilir. Müteakiben bu görüş, her bir bireyin özne ile nesne arasındaki ilişkiden doğan duyumların yanılmaz tanığı olduğunu öngören Protagorasçı doktrinle birleştirilir. Böylelikle, hem Sokrates hem de Theaetetus, Protagorasçı ve Heraklitosçu doktrinleri duyu deneyimi dünyasına ait oldukları için kabul edeceklerdir.
Platon açısından, “formların” gerçek bilgiyi barındıran nihai gerçeklik olduğunu göz önüne aldığımızda Heraklitosçu perspektifin, duyum dünyasının ötesindeki kalıcılık olasılığını yadsıdığını söyleyebiliriz. Bir bakıma, akış doktrininin genişletilmesi “formların” olasılığını reddedecektir. Sokrates’e göre, Protagorasçı ve Heraklitosçu doktrinler ancak duyular yoluyla algılanabilen gerçeklikle ilgilidir. Bunların hakikat alanına uzanmaları söz konusu değildir. Bununla bağlantılı olarak Sokrates, bireyin ölçüt olarak kabul edildiği durumlarda, geleceğin belirli bir yargıyı doğrulayıp doğrulayamayacağı konusundaki şüphelerini dile getirir. Bu analiz, Protagorasçı varsayımın zayıflığını açıkça gösteren Heraklitosçu doktrinin bir yansımasıdır. Bundan hareketle, değişim ilkesinin, homo-mensura doktriniyle ilgili ciddi sorunları açığa vurduğu söylenebilir.
Akabinde, Sokrates tarafından Protagorasçı doktrini çürütmek için birkaç girişimde bulunulur. Örnek olması açısından ve algı bağlamında bilginin imkansızlığını kavramak adına önemli olduğundan burada bunlardan ikisini irdeleyeceğiz. İlk olarak, Sokrates bilginin algılama olmaksızın da edinebileceği savını ortaya atarak görme yetisinden yoksun olmasına rağmen bilgi sahibi olan bir insanı örnek verir. Bu örneğe dayanarak hem Sokrates hem de Theaetetus bilginin algı olmadığı konusunda hemfikir olurlar. İkinci olarak Sokrates, Protagoras’ın kendi teorisine başvurarak herkesin yargılarında doğru olduğunu iddia eder. Bu iddiaya göre, Protagoras’ın varsayımıyla çelişen bir görüş de doğru olacaktır. Bir bakıma Protagoras, kendisinin yanlış olduğunu düşünenlerin görüşünün doğruluğunu kabul etmekle aslında kendi görüşünün yanlışlığını da kabul etmiş olur.
Sokrates’in, bilginin algı olmadığını kanıtlamak için Protagorasçı ve Heraklitosçu öğretileri kullanmasının bir başka önemli nedeni daha vardır. Sık sık hiçbir şey bilmediğini vurgulayan Sokrates kendisini bir “ebe” olarak nitelendirir. Onun naçizane görevi, akıllıca sorular sorup başkalarının fikir üretmesine yardımcı olmaktır. Sözünü ettiğimiz “entelektüel ebelik” kavramı, çeşitli alternatiflerin sunulmasını gerektiren bir girişimdir. Nitekim, mevzubahis metinde Sokrates, “ebelik” görevini ifa ederken o dönemde hayli popüler olup Theaetetus’un düşünce şeklini önemli ölçüde etkileyen Protagorasçı ve Heraklitosçu öğretileri gündeme getirip bunları en ince ayrıntılarına kadar irdeleme çabasındadır.
Sonuç olarak, Theaetetus adlı yapıtında Platon’un Sokrates’i, bilginin özüne yönelik arayışta, Protagoras’ın insanın her şeyin ölçüsü olduğu varsayımını betimlemek için Heraklitos’un akış doktrinine başvurur. Sokrates’e göre bu teoriler bazı perspektiflerden akla yatkındır ancak bilgi ve gerçeğin tüm boyutlarını açıklamaya muktedir değildirler.
Bu konuyla bağlantılı olarak felsefeye ve felsefenin alt dallarına dair genel bir bilgi edinmek için Felsefe Nedir? adlı yazımızı okuyabilirsiniz.