Bu yazımızda, Türkçede sadece düzeltme işareti ile birbirinden ayrılan sözcükleri mercek altına alacağız. Bu farklılaşmayı şapka ikilemi olarak adlandırıp kısaca düzeltme işaretinden bahsedelim. A, ı ve u gibi ünlü harflerin üzerine gelerek ses değerlerini incelten düzeltme işareti ya da halk arasında yaygın olarak bilinen ismiyle şapka işaretinin kullanımı, tartışılagelen bir konu olmuştur. Türk Dil Kurumu’nun resmî internet sitesinde, düzeltme işaretine ayrılmış bir sayfa bulunmakta ve bu sayfada düzeltme işaretinin nerelerde kullanılması gerektiği açıkça belirtilmektedir. Bundan yola çıkarak Türkçe yazıda düzeltme işareti kullanmamız gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Buna rağmen düzeltme işaretinin gündelik yazı dilinde çok az kullanıldığının altını çizmek lazım. Bunun en önemli sebepleri, bu konuyla ilgili farkındalığın düşük olması ve yazarken gereken hassasiyetin gösterilmemesi.
Asıl konumuza dönecek olursak düzeltme işareti, yazılışları aynı anlamları ve söylenişleri ayrı olan sözcükleri ayırt etmek için de kullanılabiliyor. Şimdi, bu sözcük gruplarından bazılarını inceleyerek şapka ikilemini detaylandıralım.
İlk sözcük grubumuz alem ve âlem. Bu iki sözcüğün de Arapçadan dilimize geçtiğini belirtelim. Cümlede isim görevinde kullanılan alem, “bayrak, simge” gibi anlamları karşılıyor. Bir örnek verelim: “Şanlı komutanlarının alemi altında toplanan neferler, zafere ant içtiler.” Diğer taraftan cümlede isim görevi üstlenen âlem sözcüğü başta “evren, dünya, ortam” olmak üzere çok çeşitli anlamlar barındırıyor. Yahya Kemal Beyatlı’dan bir alıntı yaparak bu sözcüğün kullanımına daha yakından bakalım: “İnsan âlemde, hayal ettiği müddetçe yaşar.”
İkinci sözcük grubumuz ama ve âmâ. Bu iki sözcük de Arapça kökenli. Bildiğiniz üzere ama sözcüğü, cümleleri birbirine bağlayan ve ayrıca pekiştirme veya dikkat çekme amacıyla kullanılan bir bağlaç. Bir örnek üzerinden ilerleyelim: “Bilirim diyemem ama az buçuk anlarım bu işlerden.” Öte yandan âmâ sözcüğü, gözleri görmeyen kişileri tanımlamak için kullanılan bir sıfat. Nezihe Araz’dan bir alıntı yaparak bu sözcüğün kullanımını görelim: “Tam Aksaray Kapısı’ndan çıkıyordu ki orada bekleyen âmâ ‘Mevlâna’nın aşkına bana biraz ekmek ver’ dedi.”
Üçüncü sözcük grubumuz ayan ve âyan. Bu iki eskimiş sözcük de dilimize Arapçadan geçmiş. Cümlede sıfat görevinde kullanılan ayan, “belli, açık” gibi anlamlara geliyor. Bir örnek verelim: “Bu düzmeceyi kimlerin planladığı ayandı.” Ayan sözcüğünün, cümlede zarf görevinde kullanılan ve “besbelli, apaçık” gibi anlamlara gelen “ayan beyan” ifadesinde de geçtiğini hatırlatalım. Diğer taraftan, cümlede isim görevi yüklenen âyan, “ileri gelenler” anlamında. Âyan aynı zamanda Meşrutiyet dönemlerinde Âyan Meclisi üyeliği yapmış kişileri tanımlamak için de kullanılıyor. Örnek bir cümle üzerinden bu sözcüğün kullanımına bakalım: “Bir örnek kıyafetler içindeki âyanlar meclis kapısında belirdiler.”
Dördüncü sözcük grubumuz dahi ve dâhi. Cümlede bağlaç görevi yüklenen dahi, “-den başka, ek olarak ve bile” gibi anlamlara tekabül ediyor. Bir örnek verelim: “Yatak odasını saran sigara kokusu, perdelere dahi sinmiş.” Diğer taraftan Arapça kökenli olan ve cümlede isim görevi yüklenen dâhi, olağanüstü yeteneği ve yaratıcı gücü olan kişileri tanımlamak için kullanılıyor. Haldun Taner’den bir alıntıyla bu sözcüğün kullanımını örneklendirelim: “Atatürk, bilmek için öğrenmiş olmaya ihtiyacı olmayan dâhiler soyundandı.”
Beşinci sözcük grubumuz hala ve hâlâ. Gündelik dilde yaygın olarak kullanılan bu iki sözcüğün de Arapça kökenli olduğunu belirtelim. Cümlede isim görevinde kullanılan hala, “babanın kız kardeşi” anlamında. Can Kozanoğlu’dan bir alıntı yaparak bu sözcüğün kullanımını görelim: “Halamın çevresi değişmiş, hayat standardı değişmişti ama üç yeğenine olan sevgisi, ilgisi azalmamıştı.” Cümlede zarf görevi yüklenen hâlâ ise “şimdiye kadar, henüz” gibi anlamları karşılıyor. Bir örnek üzerinden bu sözcüğün kullanımını görelim: “Dünden kalan kandil simitleri hâlâ çıtır çıtırdı.”
Altıncı sözcük grubumuz şura ve şûra. Cümlede isim görevi üstlenen şura, “biraz uzakta olan yer” anlamına gelmektedir. Bir örnek verelim: “Sandıkları şuraya indiriver, çocuklar depoya alır sonra.” Diğer taraftan dilimize Arapçadan geçmiş olan şûra sözcüğü ise “belirli konuların görüşülüp tartışıldığı danışma kurulu” anlamındadır. Serap Gençler’den bir alıntı yaparak bu sözcüğün kullanımını irdeleyelim: “Cihangiroğlu İbrahim Bey şûra için hazırlıklara başlamıştı.”
Bu yazıda odaklanacağımız yedinci ve son sözcük grubumuz varis ve vâris. Dilimize Fransızcadan geçmiş olan varis sözcüğü bir tıp terimi ve genelde bacaklarda görülen toplardamar genişlemesine işaret ediyor. Bir örnek verelim: “Gebelik ve şişmanlık gibi nedenlerle de varis oluşabilmektedir.” Öte yandan Arapça kökenli olan vâris, “mirasçı” anlamında. Halide Edip Adıvar’dan bir alıntı yaparak bu sözcüğün kullanımını görelim: “Ali Bey’in evlat ve vâris edineceğini düşündüğü anlar olmuştur.”
Bunların dışında, aşık ve âşık, haya ve hayâ, kar ve kâr, vakıf ve vâkıf gibi sözcük grupları da şapka ikilemi dâhilinde değerlendirebilir. Ek bir bilgi olarak bizim yaptığımız çalışmaya göre Türkçede yaklaşık 60 sözcük grubunun bu kapsamda yer aldığını not edelim. Bu yazıda değindiğimiz ya da değinmediğimiz, aynı harf dizilimine sahipken düzeltme işareti alıp söyleniş ve anlam bakımından birbirinden ayrılan sözcüklerle ilgili yorumlarınızı aşağıya yazabilirsiniz.