Aşağıdaki yazı, “Veba Geceleri” romanı üzerine bir inceleme olup romanın konusu ve romandaki bazı karakterler ile ilgili detaylı bilgi ve yorum içermektedir. Eğer romanı okumadıysanız, bu yazının okuma zevkinizi olumsuz anlamda etkileyebileceğini göz önünde bulundurunuz.
Veba Geceleri, 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Orhan Pamuk tarafından kaleme alınmış ve 23 Mart 2021’de yayımlanmış bir tarihi roman. Bu noktada ilginç bir not düşmek gerekirse romanın kapağında, Pamuk’un bizzat kendisi tarafından yapılmış bir resim kullanılmış. Böylelikle Pamuk’un, Türk edebiyatında zaman zaman karşılaştığımız, yazarların eserlerinde kendi çizimlerine yer verdiği geleneğe dâhil olduğunu söyleyebiliriz.
Giriş ve “Yıllar Sonra” isimli son kısmın dışında 79 bölümden oluşan, 554 sayfalık bir roman olan Veba Geceleri, 1900’lü yılların başında II. Abdülhamit’in saltanatı döneminde bir Osmanlı vilayeti olan, Doğu Akdeniz’de Girit ve Rodos adaları civarındaki, Müslüman ve Ortodoks Rum halkın yarı yarıya oranda yaşadığı hayali Minger adasında geçiyor. Bu adanın merkezi konumundaki, tarihi ve otantik bir dokuyu haiz Arkaz, küçük bir liman şehri ve romanın ana mekânı. Arkaz’ı sokak sokak, mahalle mahalle kurgulamış Pamuk ve bu çizimler kitabın başına ve sonuna iliştirilmiş. Bu tavrın, okuyucunun olan biteni mekânsal olarak daha iyi kavramasını kolaylaştırdığı söyleyebiliriz. Zira, romanı okurken sık sık Arkaz’daki caddelerden, sokaklardan veya yapılardan bahsediliyor ve bu çizimler okuyucu için bir rehber niteliğinde.
Romanın, tam da tüm dünyayı derinden etkileyen Covid-19 salgınının devam ettiği dönemde çıkması bir tesadüf olsa gerek. Zira Pamuk, romandan bahsettiği bir yazısında otuz yıldan fazladır bu romanı kafasında tasarladığını ifade etmiştir. Bu yönüyle, romanda sık sık gündeme gelen karantina, tecrit ve salgın gibi kavramlar aslında pandemi sürecini deneyimlemiş okurlar için hiç de yabancı değil. Dahası bu durumun, okurların romandaki ambiyansı ve karakterlerin hâletiruhiyelerini daha iyi anlamalarını sağladığı da söylenebilir.
Veba Geceleri romanının konusuna ve karakterlerine gelecek olursak… Adından da anlaşılacağı üzere romanda Minger adasında vuku bulan bir veba salgını sürecinde yaşananlar, kitabın anlatıcısı konumundaki kurgusal karakter, tarihçi Mîna Mingerli tarafından naklediliyor. Buna paralel olarak, veba salgınını durdurmak için II. Abdülhamit tarafından adaya gönderilen Doktor Nuri ve eşinin (V. Murat’ın kızı Pakize Sultan) başından geçenler, karakterlerin bakış açılarından hikâye ediliyor. Pamuk da işin içine girince romanda, anlatım yönünden çok katmanlı bir yapı ortaya çıkıyor. Adanın yöneticisi Vali Sami Paşa, genç ve milliyetçi Osmanlı subayı Kolağası Kâmil ve eşi Zeynep, adadaki Müslüman ahalinin lideri Şeyh Hamdullah romanın diğer ana karakterleri. Romanın başında veba salgınını durdurmak için II. Abdülhamit tarafından görevlendirilen ve Arkaz’a ayak bastıktan kısa bir süre sonra faili meçhul bir cinayete kurban giden sağlık başmüfettişi Bonkowski Paşa’yı da unutmamak lazım. Pamuk’un, II. Abdülhamit’in dedektif romanlarına olan ilgisini, Bonkowski Paşa’nın cinayeti üzerinden işlemesi ve Doktor Nuri’nin, katil veya katilleri Sherlock Holmes’e özgü çıkarımsal metotlarla bulma çabası romandaki ince detaylardan biri.
Romanda, salgın sürecinde adada yaşananlar, doğa tasvirleriyle beraber en küçük ayrıntılarına kadar aktarılmış. Salgınla beraber adadaki yaşamın nasıl radikal bir şekilde değiştiği ve insanların bu değişime verdikleri tepkiler, çeşitli psikolojik ve sosyolojik analizlerle enine boyuna irdelenmiş. Söz gelimi, salgının önüne geçmek için vebaya yakalanıp ölenlerin İslami usullere göre gömülmesinin ve toplu ibadetin yasaklanması, Müslüman ahalide huzursuzluk yaratıyor. Bu ve benzeri tedbirlerin alınmaması veya delinmesi ise vebanın hızla yayılmasına neden oluyor. Salgın sürecine özgü bu gibi ikilemlerin ve çetrefilli sorunların, okur tarafından kişisel özgürlük, otorite ve adalet gibi kavramların değişik açılardan sorgulanmasını sağladığını söyleyebiliriz.
Romanın ikinci bölümünde ise olaylar bambaşka bir hâle bürünüyor ve anlatının temposu bir anda hızlanıyor. Bazı tesadüfi olaylar neticesinde, sonradan ada halkı tarafından “Komutan” olarak addedilen Kolağası Kâmil’in önderliğinde Minger Devleti’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılıp bağımsızlığını ilan etmesi, akabinde Mingerce ve Minger kültürüne ilişkin araştırmalara hız verilmesi ve adada Minger milliyetçiliğinin yerleştirilme gayretleri, okuyucuya ister istemez Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık mücadelesini ve kuruluş dinamiklerini çağrıştırıyor. Bu önemli gelişmenin akabinde, salgının kontrol altında tutulması için Batılı güçlere bağlı savaş gemileri tarafından ablukaya alınmış olan Minger, çalkantılı siyasi olaylara sahne alıyor. Darbeler, mahkemeler, ayaklanmalar ve idamlar, bu sancılı sürecin en belirgin tezahürleri olarak romanda yer alıyor. Hatta kısa bir dönem, adanın yönetimi Doktor Nuri ve adalılar tarafından “Prenses” olarak adlandırılan Pakize Sultan’a bırakılıyor ama salgının sona ermesine müteakip ikisi de adadan gönderiliyor.
Roman yayımlanmadan önce verdiği röportajda Pamuk; milliyetçilik, laiklik, siyasal İslam, düşünce özgürlüğü ve azınlıklar gibi konuları işlediği eserinde siyasi gönderme yapmaktan çekinmediğini ama sadece iktidarı eleştirmek için de romanın dengesini bozmak istemediğini açıklıkla dile getirmiştir. Bu yüzden de Veba Geceleri’ni okurken bu izahatı dikkate almakta fayda var. Neticede, Orhan Pamuk’un olgunluk dönemi eserlerinden birisi olarak kabul edebileceğimiz, titiz bir araştırmacılıkla şekillendirilmiş ve birçok ansiklopedik bilgi içeren Veba Geceleri romanının, sabırlı ve dikkatli okuyuculara keyifli bir okuma deneyimi vadediyor.
* Bu blog yazısında kullanılan görsel edebibulten.com internet sitesinden alınmıştır.