Zaman, geride bölük pörçük yaşanmışlıklar bırakarak durmaksızın ilerliyor. Yıllar su gibi akarken bedenimizin, duygularımızın ve de benliğimizin değiştiğine tanık oluyoruz. Bu değişimin sancılarına katlanırken geçmiş, ara ara sığınabileceğimiz bir liman oluveriyor. Her ne kadar içinde bulunduğumuz ana tabi olsak da mütemadiyen geçmişin izini sürmekten vazgeçmiyoruz.
Bazen, yoğun bir nostaljiye kapılıp geçmişten kopup gelen silik anıları özlemle yâd ediyoruz. İzlediğimiz filmden bir sahne veya dinlediğimiz bir melodi, ışık hızında bizi çocukluğumuzdaki bir ana götürüyor. Kısa bir süreliğine de olsa masumiyeti, umursamazlığı ve şefkati iliklerimize kadar hissediyoruz. Tekrar yaşayabilmek için belki de dünyaları vereceğimiz o an hiç bitmesin, sonsuzlukta asılı kalsın istiyoruz. Gayriihtiyari ‘şimdi’ye geri dönerken bir yanımız sanki o puslu sahneden ayrılmak istemiyor. Zamanın mengenesinde sıkışıp kalmak bu olsa gerek.
Geriye dönüp baktığımız kimi zamanlarda, pişmanlıklarımız su yüzüne çıkabiliyor ve geçmişimizle kıyasıya bir hesaplaşmaya girişiyoruz. Ansızın öfke ve hırsla dolup kendimizi veya başkalarını suçlamaya yöneliyoruz. Bir nebze olsun teselli bulabilmek için zamanı geri alabilsek neleri farklı yapacağımızı inceden inceye düşünüyoruz. Geçmişin tozlu sayfalarını birbiri ardına çevirirken zihnimizin ücra koridorlarında çatallanan alternatif yaşam yollarında, içimizde ukde olan meselelere çözüm bulmaya çalışıyoruz. Bu içsel çekişmelerin, bizi ‘şimdi’den koparıp maziye hapsettiğini bilsek de kendimizi bunu yapmaktan alıkoyamıyoruz.
Geçmiş, bir bakıma, varoluşumuzun çatısını oluşturan ‘şimdi’nin soluk bir gölgesi. Bizi biz yapan tüm anların kaynağı. Geleceğe doğru yürürken tutunduğumuz, çoğu zaman dikenleri canımızı acıtan bir dal. Ne yaparsak yapalım geçmişimizi değiştiremeyeceğimize göre onu tüm mevcudiyetiyle kabullenip yola devam etmekten başka çaremiz yok!
* Bu blog yazısında kullanılan görsel Phil Desforges’e aittir.